Ölçek: Mahalle

Nihayet Türk Evi’nin kökenleri hakkında fikir sahibi olduktan sonra karakteristik özelliklerini anlatmaya geçebiliriz. En başta düşündüğümüz gibi ölçeği gitgide daraltarak bölümü tamamlayacağız. Bu durumda en geniş ölçek olan mahalle kavramı üzerinden Türk Evi’ni anlamaya çalışalım.

Öncelikle Türkler Orta Asya’dan bu yana doğa ile bütünleşik bir karaktere sahiptirler. Göçer dönemde de Orta Asya’nın steplerinde küçükbaş hayvancılık ve avcılık ile uğraşan Türkler doğa ile sürekli iç içe bir yaşam sürdürdüler. Bu nedenle geleneksel Türk mimarisinde avlu yani bahçe, mülk sınırları içerisinde oldukça büyük bir yer kaplar. Türk Evi’nin en kritik terimlerinden biri olan “hayat” odaların açıldığı yarı açık galeriye verilen isimdir ve evin içi ile avlu/bahçe arasında bağlantı kurar. Yani avlu, günümüz insanının nefes alma çözümü olarak değerlendirilebilir. Örnekleri Erken Tunç Çağı’na (MÖ:3000) kadar uzanan megaron yapısında avlulu çözüm mevcuttur ve Anadolu’da inşa edilen ilk megaron Beycesultan (Denizli) kazılarında bulunmuştur. Yani avlulu çözüm Anadolu’nun belleğinde çok eskiye dayanır.

Motosiklet turumuzda öğrendiğimiz üzere Kula’da Türk Evleri (%60) ve Rum Evleri (%40) homojen olarak dağılım gösteriyorlar ve bu iki tipolojiyi ayırt etmek hiç de zor değil. Türkler tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları için hayvanların avlu içine geçebilmeleri gerekiyor. Bu yüzden Türk Evlerine yoldan direkt olarak bahçeye açılan avlu kapısından giriliyor. Rumlar ise daha çok ticaretle geçimlerini sağladıklarından dolayı dış kapının bahçeye açılmasına gerek duyulmuyor. Hatırlarsınız… Sosyal medyanın olmazsa olmazlarından olan, içerlek merdivenlerinde oturarak fotoğraf çektirilen oldukça estetik yapılar vardır. İşte bu Rum evlerinden bolca bulunuyor Kula’da. Ayrıca oradaki Kestaneciler Evi’nde görevli Mahmut Kaygısız’dan öğrendiğimiz kadarıyla Türk Evleri’nin çoğu kış güneşinden mümkün olduğunca yararlanabilmek için güneye bakıyor. Yaz mevsiminde dik açıyla gelen güneş ise cumba ve saçaklar yardımıyla gölgelenebiliyor. Rum evlerinde böyle bir yönelime ihtiyaç duyulmamış.

Cengiz Bektaş’ın Türk Evi kitabında bahsettiği üzere evlerin yerleşimi komşu yapıların manzarasını veya güneş açısını bozmayacak şekilde olur. Mahalle içerisinde komşuluk ilişkileri yoğundur. Yapılacak işler imece usulü hayatta oturularak gün boyunca ortaklaşa yapılır.

Türk mimarisini etkileyen kavramlardan biri de İslam kültürü ve mahremiyettir.  Evin içi ve bahçe kadına, sokaklar ve kent erkeğe tahsis edilmiştir. Erkek tarlada çalışıp evin geçimini sağlar, kadın ise ev ve bahçe işlerinden sorumludur.  Bu yüzden komşu evlere bakan cepheler mümkün olduğunca penceresiz, yalnızca yola bakan yüzeyler kafes pencereli olacak şekilde tasarlanmıştır. Son olarak Cengiz Bektaş der ki;

Elbette Makedonya’daki Osmanlı evine bugünün Makedonyalısı Makedonya evi, Filibe’deki Osmanlı evine Bulgaristanlı Bulgaristan evi, Yunanistan’daki Osmanlı evine de bugünün Yunanistanlısı Yunanistan evi diyecektir. Gerçekten de bu evler, yaratıldıkları coğrafyanın evleridir tam tamına… Ben bugün ‘Türkiye evi’ dersem de, ya da Türkiye vatandaşı olarak yaşayanlara, üst kimlik olarak Türk dendiğine göre, ‘Türk evi’ dersem de doğru bir şey söylüyorum elbette… Ama bunu, Osmanlı yaşama kültürünün, bütün bu topraklar üzerinde ortak yaşamdan yarattığını bilerek söylüyorum ‘Türk evi’ sözünü.

Sanıyorum bu söz bize tipoloji tanımları arasında keskin sınırlar olmadığını, kültürel bileşimlerin bölgesel olarak yoğunlaştığını ve ortak paydada buluşabildiğini gösteriyor. Türk Evi de bunlardan biri…

Yorum bırakın