İzmir serüveninin sonu

Geçtiğimiz hafta sonu İzmir’den taşındık. Eylül’ün 3’ünden bu yana on aylık bir İzmir tecrübemiz oldu. Bilge’yle dedik ki bu kısa ama dolu dolu İzmir serüvenini eğrisiyle doğrusuyla bloga yazalım.

Soranlara mimari belgesel çekmek amacıyla İzmir’e taşındık diyoruz ama işin aslı tam olarak öyle değil aslında. Daha önce de kısaca değindiğim gibi İstanbul’dan kaçmanın popüler olduğu bir dönemde İzmir’e taşınmak çok da yüksek bir cesaret gerektirmiyor.

Yaklaşık 8 yıldır İstanbul’daydık ve insan bazı rutinlerin arasında oldukça basit duyguları unutabiliyor. Örneğin bir poğaçanın içerisine sosisin salçanın bolca koyulduğunu görmek sizi şaşırtabiliyor. İstanbul’un üzerindeki insan yükü arttıkça sanki hissizlik de artıyor. Şehir herkesin yaşam kalitesini azar azar, hissettirmeden düşürüyor. “Böyle talebe böyle hizmet” durumuna indirgeniyor her şey. İzmir ise her alanda çok daha ekonomik. Gittiğimiz her mekanda, piknik alanında veya bir parkta “burası İstanbul’da olsa herkes akın eder ve mutlaka yüksek bir fiyatı olur” hissine bürünüyoruz ve İstanbul’un “fırsatçı” kimliğine istemeden destek vermiş oluyoruz. Halbuki sıradan bir kent yaşantısında zaten var olması gereken hizmetler bunlar.

İlk taşındığımız haftalarda giyim kuşamımızın bile oldukça muhafazakar olduğunu farkedişimizi hatırlıyorum. Yani sadece maddi anlamda değil zihinsel olarak da kendimize birçok oto-kontrol uyguladığımızı farkettik. Normal düzeyin üzerinde bir paranoyaklık durumu bahsettiğim… Metroda “ulan bu adam bana şimdi içinden serseri piç diyodur” gibi düşünceler günler geçtikçe kayboldu. Size tam olarak İzmir’i yansıttığını söyleyemem ama yaşadığım ilginç bir anımı anlatayım. Otobüste cam kenarında oturuyorum, trafik çok yoğun, kaldırımdaki yayaların yürüme hızında gidiyoruz. Bir de baktım ki o yayaların arasında el ele tutuşan iki erkek.. Yeni taşınmışım ve bu manzara karşısında “anaaa iki erkek el ele” modunda bakıyorum. Birkaç saniye sonra yanımdaki 40’lı yaşlarında olan bir abla “cık cık cık hiç terbiye yok” dedi. O an zaten Türkiye normallerinin dışında bir olayı yaşarken ablaya dönüp de birşey diyemedim. Yaklaşık 20 dakikalık ve boğucu bir otobüs yolculuğunda cesaretimi tam toplayacak gibi oluyorum, kalbim güp güp atıyor fakat dönüp de o soruyu soramıyorum. Son bir durak kala bir anda dönüp “abla aklıma takıldı az önce hiç terbiye yok diye kime dediniz” dedim. Abla da “görmüyor musun otobüsteki kız sevgilisine ne biçim davranıyordu” dedi. Gülümsedim, bir oh çektim ve “ben de dışarıdaki el ele tutuşan iki erkeğe laf attınız sandım” dedim. O da sırtımı sıvazladı “canım benim yok öyle birşey insanlar nasıl yaşamak isterse öyle yaşar, bu beni ilgilendirmez” dedi. Etrafımızdaki insanlar bizi dinleyip gülüştüler. Ben az önce ne oldu, hangi coğrafyadayım, sene hala 2019’mu gibi hislerle otobüsten indim. Dediğim gibi İzmir’i bu anıyla tanıtmak yanlış olur ve muhtemelen birçok kişi de bana tepki gösterecektir. Fakat normalleşmenin tadına varılan, kutuplaşmanın oldukça az seviyelerde var olduğu bir şehir İzmir. Hem de dünyanın en iyi kokoreçleri burada yapılıyor daha ne!

Hep olumlu özelliklerinden bahsetmeyelim. Tüm bu anlattıklarıma rağmen ileride yaşamımı burada sürdürmeliyim diyebilmek için daha cesur olmam gerekiyor. Çünkü İzmir’de mesleğime dair ciddi girişimler yapmak İstanbul’a göre çok daha zor. Yalnızca inşaat sektörünün canlılığı değil akademik ve entelektüel bilgi akışının da çok canlı olduğu bir şehir İstanbul. Üstelik fikir alışverişi yapabileceğiniz, işinin ehli insanların çokluğu da sizi oldukça hızlı besleyebilir. Eğer fikriniz varsa muhattap bulmanız çok daha muhtemel.

Belki çok büyük bir sorun değil ama toplu ulaşım rotalarında çöp kutusu ve su/yiyecek otomatları eksikliğini çok hissettim. Buraya yazayım da kayıtlara geçsin bari.

Şehir analizimi yaptıysam bir de şu noktayı vurgulamak isterim. Uzun bir süre içerisinde alıştığımız, tüm arkadaşlarımızın olduğu, tatmin edici bir işimizin olduğu güvenli bölgemizden yalnızca “İzmir” için ayrılmadık aslında. O saatten sonra nereye gitseniz sizin için “yeni” olacak. Gittiğiniz mekanlar, tanıştığınız insanlar size taze bir deneyim yaşatacak. O yüzden sanırım değişimin kendisinin ferahlatıcı bir özelliği var. Başka bir şehirden İstanbul’a taşınsaydım (içerisinde bulunduğumuz İstanbul’un kimliğinin zedelendiği dönemde bile) muhtemelen yine çok mutlu bir yıl geçirirdim.

Yorum bırakın